Zeytinyağlı Yiyemem Aman


Eskiden bal gibi yerdik. Şimdilerdeyse zeytinyağı, manda yoğurdu gibi, belli sofralara girebilen bir ürün olma yolunda hızla ilerliyor.

Biz Çanakkale'de her gece soğuk zeytinyağı sıkardık diyen kaymak kesimin kendine marka gibi seçtiği bir gösteriş üretimi oldu bir yandan. 250 mllik alengirli şişelerde, hele bak biz avrupai neler de yapıyoruz demek ister gibi, filanca eski sanayici-işinsanlarının çocuk ve torunlarının çokça rağbet ettiği bir uğraş oldu bu yönüyle. Onların genelde üzüm  bağları da oluyor, at çiftlikleri de...  Özel etiketli şişelerde eser miktarda dünya lezzeti şaraplar da üretiyorlar. Tabii, kitlesel üretim değil bunlarınki. Genelde avuntu üretimi.  Seçkin dostlar bizi degustasyonda ve soğuk sıkım değirmenimizin başında görsün sözde üretimi. 

Bizim derdimiz başka. Geçen yıl bu vakitler 5 ltlik zeytinyağı, tenekesi toptancı grosmarketlerde mesela 200 tl civarında satılıyordu. Ama kmkarelerce zeytinlik, yok pahasına arsalar icat etmek için, ben diyeyim bir elin parmakları kadar ballıya peşkeş çekildiğinden kesildi ve kesiliyor. İşte, dediğim, rekoltesi hızla düşen halk tipi bu zeytinyağı.

Son iki ay içinde, soğuk sıkımdan, peyniraltı suyu gibi daha ikinci sınıf rivyera yağa geçiş yapmıştık ki, bu iki kalitenin arasında "natürel birinci sıkım" gibi ne idüğü belirsiz bir sıkım çıkardılar piyasaya. Ata zamanlarımızın kiloluk çarşı ekmeğinin, zam yapıldı denmesin diye zamanla 200 gramlara indirilişi gibi, millet fark edene kadar bir süre  de piyasaları bu yeni icat ürünle besledikleri gelmiyor değil aklıma. Ben çok kötüyüm.

Şanlı Osmanlı günlerinde narh denilen bir merkezi kontrol mekanizması vardı. Tüketicilerin her türlü  hakkının yenmemesi için, malın makul fiyatı budur örneğin şu evsafta ekmekte diye üretici baskılanıyordu. 

Tabii bugüne uyarlayıp, yan koşulları  dikkate almaksızın, suncacık ekmeğin üretimini bile beceremiyorsunuz denecek bir durum yok. Unun çuvalı almış yürümüş, kendimize yeterken dışardan buğday alır hale gelmişiz. Fırıncı esnafı günlük alabiliyor ancak ununu. Gidip de, benim halkıma 5 liradan, 7 liradan ekmek yedirmem lan camokalar, zararına satacaksınız ulen gibi yaklaşımlar yoktu tabii o günlerde. 

Öte yandan Osmanlı kötülediğinde para değer kaybının daniskası tağşiş de icat edilmişti. Onu da unutmayalım. Gümüş sikkelerin kenarından kıyısından tırnak gibi kesimlerle madeni paralar kuşa donduruluyordu. Noluyordu yani? Eldeki essahtan değerli madeni sikkenin gramajı ufaltılıyordu. Gözlerim ışıldayarak yad ediyorum ecdadımın o parlak ayarlamalarını.

Konudan uzaklasmışız. Ekonomis olmak kolay değil, her baka bulaşacak, her konunun fikrini izale edeceksin.  Zeytinyağı üste cıkar derler, ordan devam edelim. Babaannem 1930’lu yıllarda olsa gerek, İç Anadolu’nun büyücek bir kentinde komşusuna yeni yaptığı yaprak sarmadan bir tabak götürmüş. O günlerde varsa yoksa tereyağı kullanılırmış yemeklerde. Fakat bizimki, dışarlıklı gelin olduğundan mi bilmem, zeytinyağıyla pişirmişmiş dolmayı. Komşu kadınlar öve öve bitirememiş. Fakat zeytinyağıyla yapıldığını öğrendiklerinde  demediklerini komamışlar . Güzel olmasına güzelidi de bize sümüklüböceği reva gördü gibi algılamışlar. O günlerde algı yönetimi ne gezer, lafı yiyip oturmuş babaannem.

Hızla günümüze çevirelim olayı. Blog yazısı dedik, pehlivan tefrikasına dönmesin. Bugün rivyera yağın 5 litrelik tenekesini alabilecek yoksulluk üst sınırı mutlu tüketici segmentindenseniz en indirimli kampanyayı gözleyip, keş parayı cebe koyup market sabah açıldığında patlatıp mesela 400 liraya kadar alabilirsiniz.  Etiketleme görevlisinden de erken davranmaya bakin.

Üç harfli marketlerde ve ucuzcu toptancılarda kanola, palmyağı vs katışıklı ayçicek yağına doğru hızla ilerliyoruz. Baybay zeytinyağı. Allah encamımızı hayrede. Cemaat, merhumeyi/merhumu nasıl bilirdiniz? Helal olsun!

Not: Basmayla fistana başka bir yazıda değineceğiz.




Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski